
Malum yılbaşı gecesi geliyor. Planlar, programlar, süslemeler,... Herkes gece 12'de "heyyyyyy, vuuuuuu, yupppiii" şeklinde bağırmayı bekliyor. Bu eylemi ben de her yılbaşında yapıyorum. Ama sonra kendimi biraz saçma ve anlamsız hissediyorum. Yani noldu şimdi, bir dakika geçti, diğer günlerden ne farkı var, boyumuz mu uzadı,.. .gibi sorular kurcalıyor beynimi. Hele en büyük safsata hatırlarsanız 2000'e girerken kopmuştu, malum "Millenium" olcaktı, herkes heyecanlı, hayat değişcek sanki. 2000'e girdiğimiz dakikada arabalar Jetgiller gibi havadan gidecek, yiyeceklerimiz hap şeklinde olup suyla büyüyecek gibi bir havamız vardı. Herkes gümüş rengi giyinmişti malum, Millenium, uzay çağı vs... Noldu? Hiç! Ne olabilirdi ki zaten...

Eskiden ailecek kutladığımız yılbaşılarda değişik geleneklerimiz vardı. Anneannem ve dedemde gelirdi, teyzem ve o zaman hayatımda olan kuzenim de... Minik minik hediyeler olurdu "çocuklara" hep, örneğin deodorant, gümüş kolye vs.. gibi. Sevinçle açardık. Bütün akşam tıkınır televizyondaki yılbaşı programlarını izlerdik. Lambada'nın moda olduğu yıllardaysa vazgeçilmez yılbaşı dansı olarak Lambada yapardık! Çok önemli bir yılbaşı geleneği olan kırmızı don giyme eylemini biz de yapardık o zamanlar. Amacını hiçbir zaman anlayamadığım bir şekilde bir kırmızı don alınırdı ailenin her üyesine, en ideali gece 12'e bir-iki dakika kala giymektir yeni donunuzu. Ancak genelde buna üşenildiği için sabahtan giyilirdi çoğu zaman kırmızı halt. Böylece bütün yıl "donanırsınız" derlerdi bize, nasıl oluyorsa o. Bizim ailede dondan sorumlu kişi teyzemdi hep. Her gelişinde donları o getirirdi, niyeyse bu eylem daha çok ailenin kadın üyelerine uygulanırdı. Erkekler kırmızı don giymezdi pek, heralde çok hoşlanmazdı onlar kırmızı renginden... Düşünsenize dedemi gece 12'ye doğru kırmızı don giymeye çalışırken, ondan onlara verilmezdi kırmızı don. Neyse, enteresan bir eylemdi, yıllardır yapmadığımız bir gelenek.
Bir de şöyle bir gelenek vardı o zamanlar: 12'ye nasıl girersen bütün yılın öyle geçermiş derlerdi. Abim, kuzenim ve ben test sorusu çözerek bile girdmiştik bir yılbaşına. Sanırım Anadolu Lisesi sınavlarının yılbaşısıydı. Genelde gülünürdü-bütün yıl gülelim amaçlı- yapmacık gülüşler kaplardı salonu, ne o bütün yıl gülücektik, amacımız bu. Heralde yılbaşına sevdiğinle gir düsturu da bu mantıktan geliyor. Sevdiğinle gir ki yılbaşına, ya da sevdiklerinle, bütün yıl onlarla olabil. Heralde?
Saatler ilerlerdi tabii ki, artık 1 buçuk, 2 olurdu ananem dedem ve teyzemler kalkmak isterdi. Biz de çocuk cephesi olarak şiddetle karşı çıkardık erkenden gitmelerine çünkü "daha gece yeni başlıyor" olurdu, malum! Ama sonunda onların istedikleri olur, çok geç olmadan dönerdi herkes evine. Biz de uyurduk artık yeni bir yıla uyanmanın getirecek olduğu potansiyel sevinç ve çocukça umutlarla...
Yıllar sonra bir yılbaşı daha... Arada geçen yıllarda neleri tükettim bilmiyorum, ya da neleri kazandım, ama değişik gelicek heralde bu sefer yeni yılı karşılamak. Belki saat 12 olmadan uyuklarım bile, belki de yarımda uyurum. Belki de kimbilir, en huzurlu yılbaşım olur yıllardır yaşadığım...
Son aylarda üstüme üstüme gelen ayrılık, ölüm, hastalık olaylarının üstüne tek bir dileğim var 2009'un takvim yapraklarından. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, bu yeni yıl artık mutlu bir yıl olsun...
2 yorum:
ben de seviyorum karı yeşil kurbam. hele yılbaşı denen zamazingoyu kutlarken bir köşeye ilişip beyaza bürünmüş ağaçları izlemek beni mest ediyor. Yılbaşı dediğin nedir allaaasen bi kağıt parçası üzerinde değişen tarihten başka??
bence de mischa, yılbaşı annanemin duvara yeni takvim asmasına bir vesile sanki sadece :)
Yorum Gönder